Medikal Trend Dergisi – Tarih:01.11.2017
Biorezonans, maddelerin çevrelerine yaydığı mikro elektromanyetik titreşimlerinin ya da vücudun kendisinden alınan elektromanyetik bilginin tedavi için kullanılmasıdır.Biorezonans aynı zamanda, vücudun toksik yükünü azaltmak için virüs, yiyecek ve kimyasal gibi maddelerin salınımlarını kullanır. Birlikte kullanılan bu teknikler, hastanın vücut işleyişini düzene koyar ve iyileşmesini hızlandırır. Yöntemin doğası gereği biorezonans tedavilerinde kullanılan teknoloji de etkinlik üzerinde birinci derecede belirleyicidir.
Bildiğimiz gibi, doğada her madde enerji kitlesinden oluşur. Her enerji kitlesi veya her madde çevreye enerji ışınlar. Buna biofoton denir (Fritz-Albert Popp, 1980). Bu biofotonların maddeden maddeye göre değişen belli bir titreşim örneği vardır (Fizik Nobel Armağanı 1929, Luis Victor Prince de Broglie). Hiçbir maddenin titreşim örneği bir başka maddenin titreşim örneğine benzemez. Bu doğada bulunan her maddenin belli bir titreşim kodu olduğunu gösterir (Fizik Nobel Armağanı 1965, R. P. Freynmann, J. Schwinger, S. Tomonaga).
Hücrelerin bilgi alışverişi bilinen metotlar (hormonlar vs.) yanı sıra biyofiziksel anlamda, yani titreşim yolu ile olur. Patolojik salınımlar her hastanın vücudunda normal salınımların yanında aktiftir. Biorezonans tedavisinin amacı, patolojik olanları elemek ve fizyolojik olanları güçlendirmektir. Biorezonans, dokuların, vücut sıvılarının sudaki bilgilerini değerlendirerek çalışır, olduğu gibi tedavi etmez.
Aslında, temel ilkelerinden biri, inversiyon tedavisinin bir ayna görüntüsü dalga formu kullanmasıdır. Bunun amacı sağlıksız salınımı nötrleştirmektir ve gücünü azaltmaktır. Tekrarlanan tedaviler sonunda patolojik bilgileri ortadan kaldırır. Bu özellikle bağışıklık sistemi tehlikede olan hastalar için yararlıdır. Çünkü patojen sinyaline karşı vücudun bağışıklık tepkisine dayalı değildir.
Biorezonans gibi biyofiziksel tedavilerde, hastalık, vücudun kendi kendini düzenleyici mekanizmalarının (homeostasis) yetmezliği olarak görülmektedir ve biorezonans tedavisinin amacı; vücudun kendi kendini düzenleyen sistemlerinin düzgün bir şekilde çalışmasını elde etmektir.Toksik yükü azaltırken, vücudun sistemlerini ve organlarını güçlendirerek bunu yapar.
Biorezonans ve onkoloji
Biorezonans kanser oluşumunda büyük rol oynayan kronik enfeksiyonların tanısı ve terapisi, asit baz dengesini destekleyen tedavi programları matrix arınma ve çeşitli detoks terapi programları ile kanserden korunma amaçlı terapi sistematiğine sahiptir.
Bu alanda öncelikle test sistematiğine ağırlık verilir. Biyofiziksel frekansı önceden kaydedilmiş olduğu binlerce madde (alerji, virüs, bakteri, parazit, kimyasal maddeler, ağır metaller, toksinler) taranarak hastanın vücudundaki çevresel faktörler tespit edilir. Bu sayede doğru tanı konulur ve gerekli terapiler uygulanırsa çok önemli bir profilaktik destek sağlanmış olur. Örneğin apoptozisi engelleyen virüslerin tanısı ve terapisi bunun yanı sıra vücudun bağışıklığının güçlendirilmesi ile desteklenebilir. Biyofizik test ve terapi metotlarını uzun zamandır uygulayan uzmanlar kanser oluşmasında jeopatik etkenlerin ve zararlı elektromanyetik maruziyetin rol oynadığını bilirler. Biorezonans terapisi ile zararlı elektromanyetik maruziyetin giderilmesi mümkündür.
Aynı zamanda vücutta detoks yapılmasını sağladığı için kemoterapinin ve radyoterapinin yan etkilerini azaltabilir. Diğer taraftan da bağışıklığı da güçlendirdiği için kişinin kemoterapi ve radyoterapiyi daha konforlu alabilmesini sağlamaktadır. Bu da aslında klasik tıpla beraber sinerji yarattığının göstergesidir.
Kanser hastası biorezonans için tedaviye geldiğinde öncelikle hastayı bütünsel bir muayeneden geçirip biraz önce anlattığım gibi çevresel faktörlerin tespiti için biofiziksel bir kan testi yapılır. Muayenede tedavi blokajları tespit edilir. Sonrasında tedaviye başlanır.
Tedavi aşamaları şu şekildedir:
1) Vücudu etkileyen dengesini bozan blokajları ortadan kaldırmak.Apoptozis mekanizmasını engelleyen patojenleri temizlemek. Hastayı tedaviye hazır hale getirmek.
2) Bağışıklık sistem desteği vermek.Kanser vücudumuzun bağışıklık zafiyeti nedeniyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Yapılan araştırmalarda (Giesing, Recklinghausen, bak. Lahodny), kanser hastası hangi metotla tedavi görürse görsün, lenf ve damar sisteminde sirküle eden kanser hücreleri mutlaka mevcut olmaktadır. Bu mikro metastazların hangi kanser hastasında makro metastaz gelişimi göstereceği, kanser hastasının immünolojik durumuna bağlıdır. Dolayısıyla amaç kanser hücrelerini yok etmekten önce bağışıklık sistemimizi güçlendirmek olmalıdır. Çünkü kanser sadece buzdağının su üstünde kalan kısmıdır. Bizim farketmediğimiz buzdağının altında kalan kısımla bağışıklık sistemi elemanları her an her saniye mücadele etmeye devam etmektedir. Dolayısıyla vücuttaki görmediğimiz bilemediğimiz problemlere karşı bağışıklık sistemimizi her saniye güçlü tutabilmek en önemli tedavi olacaktır.
3) Detoksifikasyon. Gün içinde vücudumuzda birçok reaksiyon olmaktadır. Ve bunun sonucunda da ciddi miktarda atık ve toksin ortaya çıkmaktadır. Kanserli hastalarda bu çok daha fazla artmaktadır.
Hele hele kemoterapi ve/veya radyoterapi alan hastaların vücudunda toksin madde birikimi çok daha fazla arttığı için bu hastalar klasik tıp tedavilerine bile devam edemez hale gelmektedir. Biorezonans metodu atılım organlarına destek vererek detoksifikasyonu hızlandırabilmektedir. Bu da hastanın tedavisine ciddi katkı sağladığı gibi kemoterapi ve radyoterapi gibi tedavilerin etkinliğini artırmaktadır.
4) Asit-Baz dengesinin sağlanması.Detoksifikasyon programlarından hemen sonra en az 6 aylık bir beslenme planı önerilir. Bu beslenme planında asitli yiyecek ve içeceklerden uzak durmalı, alkali besinlere ağırlık verilmelidir. Vitamin ve özellikle Vitamin C uygulanmalıdır. Sodyum bikarbonat vücuttaki pHyı yükselterek asitleşmesini engellemek için verilmelidir. pH 7,0 nin altında T- lenfositlerin tümör hücrelerini öldürmediği ve ‘Naturel Killer’ hücrelerin de etkisiz olduğu tespit edilmiştir. Asit, immün sistemini etkisiz hale getirdiği için mutlaka beslenme planında baz içeren besinlerin ağırlıklı olmasına dikkat edilmelidir.
5) Kanserli hücrenin ters frekansının verilmesi.Biraz önce yukarıda bahsettiğimiz gibi hücreler arası iletişim biofotonlar ile olur. Hücrelerin bilgi alışverişi bilinen metotlar (hormonlar vs.) yanı sıra biofiziksel anlamda, yani titreşim yolu ile olur. Biorezonans metodunda vücuda yabancı olan kanser hücrelerinin biofiziksel bilgileri (bu hücreler kan testi ile tespit edilir veya hastanın patolojik preparatı kullanılır) biorezonans cihazına aktarılır ve faz kaydırması ile modüle edilir, güçlendirilir, uygun frekans aralığında hastaya geri aktarılır. Faz kaydırması aslında bir nevi kanserli hücrenin frekansının tersinin üretilmesi olduğundan hastaya verilen modüle edilmiş kanser frekansları hastadaki kanser hücrelerinin biofiziksel frekanslarını nötrleştirir. Bu kanser hücrelerinin etkisini kaybetmesini aynı zamanda da bu hücrelerin bağışıklık sistemi tarafından da tanınmasını sağlar. Bu konuda kullanılan cihazlar biofeedback sistemleri olarak ele alınmaktadır (Arbanowski ve Nedeljkovic, 2000).
6) Psikolojik destek.Hastalığı tetikleyen nedenler arasında yaşanmış bir travma, bir şok genelde vardır. Aynı zamanda kanser hastaları, hastalığın verdiği kaygıdan dolayı da psikolojik açıdan çökmüş kişilerdir. Dolayısıyla bu hastalara psikolojik destek mutlaka verilmelidir. Bu destek iki şekilde yapılmaktadır: Birincisi; yine kişinin serotonin düzeylerini artırıcı anksiyolitik tedavi frekanslarıyla hastanın desteklenmesidir. Diğeri ise; Hamer metodu denilen metot ile hastanın yaşamış olduğu şok, travma veya kronik üzüntünün biofiziksel bağlantısını kesmeye dayalı tedavidir. Kanser oluşumu ile ilgili Avusturyalı doktorGeerdRykeHamer bilimsel tıp camiasında henüz kabul görmemiş bir hipotezi tartışılmaktadır. Teorileri ‘NeueGermanischeMedizin (NGM)’ adı altında holistik tıp anlayışı çerçevesinde yayılmaktadır. Dr. Hamer’in hipotezi, kanser hastalığının oluşumunda esasen kişinin çözemediği ve düşünceleri ile ‘takılı’ kaldığı psikolojik sorunun/sorunların var olması, çok önemli rol oynamaktadır. Dr. Hamer kendi kanser hastalarında, kanser türü ne olursa olsun, beyin MR‘larında ‘Hamerfokus/foki’ olarak adlandırdığı ve beyinin çeşitli ve farklı bölgelerinde dansite farkından ötürü görülebilen bölgeler tespit etmiş ve ispatlamıştır. Hatta, kanser türüne göre bu bölgeleri kategorize etmiştir. Bundan yola çıkarak, hastaların bu gibi sorunlarını araştırmak ve psikolojik destek vererek hastalığı pozitif yönden etkilemek mümkündür.
Ayrıca biorezonans cihazı ile beyindeki bu bölgeleri tespit ve tedavi etmek mümkündür.
Yukarıdaki tedavi şekilleri sırasıyla her hastaya haftada iki defa uygulanır. Bu hastaların takibi klasik tıp metotları ve biorezonans test sistemi ile olur. Tedavilerden sonuç aldıktan sonra stabilizasyon tedavileri uygulanarak hasta üç ayda bir takibe alınır. Hastaya ortomoleküler maddeler de tavsiye edilir.